5 Aralık 2011 Pazartesi

Tedavi uygulayıcılar (Şerbetliler )



Şerbetliler 
Şerbetli deyimi halk arasında tüm zehirli böcek, akrep ve yılanlara karşı korunan anlamına gelir.
Şerbetliler bu tür zehirli varlıklardan korunanlardır ve genelde bazı şerbetliler başkalarındaki bu zehirleri çıkarabilmekte ve diğer zehirli akrepleri kontrol edebilmektedirler.
Halk arasında ocaklılarda olduğu gibi bir ritüele sahip olan şerbetlenme geleneği de atadan ataya geçer.
Şerbetli, şerbetini yani elini bir başka akrabasına (torununa, çocuğuna) verir.
Bu eli alan kişi, başkalarındaki yılan ve akrep zehirlerini çıkarabilme ve onları etkisiz hale getirebilme yeteneklerine sahiptirler.
Genelde köydeki insanları bu şekilde şifalandırırlar ve zehri vücut içinde kontrol edebilirler.
Anadolu'da hala çokça karşılaşılmaktadır.  

Tedavi uygulayıcılar (şifacılar)



Şifacılar 
Anadolu kültüründeki şifacıların birçok farklı çeşidi vardır.
Her şifacının yöntemi farklıdır.
Yine birçoğunda el verme ritüeline denk geliriz. Şifacılarda el verme geleneği, ocaklılara nazaran daha farklı olmaktadır.
Bu gelenekte, uyumlamayı yapan kişi, aktaracağı kişinin elini tutar ve “Fatma ananın eli senin elin olsun” diyerek karşıdakinin ağzının içerisine tükürür ya da tükürüğünü ağzına sürer.
Bu işlem sonrası “Fatma ananın ağzı senin ağzın olsun” denilir. Bu şekilde, kişiye şifa gücü aktarılır ve artık belirlenen bir duayla (dua genelde sırdır, geleneksel olarak aktarılır) kişi üfleyerek veya üç kere hafif tükürerek (tü tü tü) şifa verebilir.
Bu dualarla şifa vermenin yanı sıra, kem göz ve kötü varlıklar uzaklaştırılabilir.  
Bir diğer şifacılar ise kurşun dökenlerdir. Bu kültür ilkine göre çok daha canlı ve aktiftir. Çevrenizi biraz araştırırsanız kurşun dökmek için el almış birilerine muhakkak denk gelebilirsiniz.
Bazı gelenekler sadece bayanlardan bayanlara geçebileceğini söylerken, bazı geleneklerde böyle bir sınırlama yoktur. Var olan hastalığın veya negatif blokajın kurşuna aktarılması mantığını içerir.
Kurşun dökme ritüeli birçok kültüre göre değişse de genelde şu şekilde yapılır: 
Kurşunu döken kişi 3 İhlâs bir Fatiha okuyarak işe başlar. Gerekli duaları ve gerekli sayıdaki besmeleyi çekerek kurşunu eriteceği kaba koyar. Öte taraftan bir tasa yarıya kadar suyla doldurur. Bu işlemler yapılırken Nas, Felak, Cin ve çeşitli nazar duaları okunur.  Ardından tas, bir tepsiye konur. Tepsiye çeşitli araç-gereçler konur. Bunlar çok değişiklik göstermekle beraber makas, iğne-iplik, çocuk ayakkabısı, toprak veya taş gibi şeyler olabilir. Ardından dualar eşliğinde kişinin üstünde tutulan suya, eriyen kurşun dökülür. Yine bazı geleneklerde bu dökülen sudan, hastaya biraz içirip, bu suyla kişinin elinin yüzünün yıkanması gerekmektedir. Bazı kurşun dökenler, bu şekilleri yorumlayarak fal bakarlar. Nazarı kimin değdirdiği, yakında nelerin beklediği gibi anlamlar çıkartılır. 

Tedavi uygulayıcılar (yadacılar)



Yadacılar 
Eski Türk ve gök tanrı inancında mevcut olan Yadacılar, kutsal bir taş olan ve elementleri kontrol edebilen Yada taşını kullanabilenlerdir. 
Yada taşı, yağmur ve kar yağdırma, fırtına çıkarma ve havayı kontrol etme gibi ilginç özellikleri olan mistik bir taştır.
Bu yüz n birçok kültürde adı “yağmur taşı” olarakta geçmektedir.
Bu taşı, farklı şekilde tasvir edilen majikal bir taştır. Eski Türk komutanlarının sıkça kullandığı ve savaşları kazanmakta önemli bir rol üstlendiği anlatılmaktadır. 449 yılında meydana gelen bir savaşla ilgili Çin kayıtlarında şunlar geçmektedir: 
Evvelce Kuzey Hunlar’ın idaresinde bulunan Yüceban ahalisinde öyle kâhinler vardır ki, Cücenler’in saldırışlarına karşı durduklarında çok şiddetli yağmur yağdırırlar, fırtına çıkarttırırlar. Cücenler’in onda üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı.

Bu kayıtlardan da anlaşılabileceği gibi bir çok tarihi kayıtta Yada taşı geçmektedir. Çin, Arap, Fars, Osmanlı kaynaklarında Türklere özgü bu taşla ilgili birçok kayıt yer almaktadır. İslam araştırmacısı olan İbn-ül Fakih’in tarihi kayıtlarında yer alan, Horasan Emiri İsmail b. Ahmet'in Ebul Abbas'a anlattıkları şu şekildedir: 
Yirmi bin kişi ile Türklere karşı savaşa çıktım. Karşımızda baştan ayağa kadar silahlı altmış bin Türk vardı. Bunlardan bir kısmı bizim tarafa geçti. Bunlar bize Türklerin iri dolu yağdıracaklarını söylediler. Bizde onlara: “sizin kalbinizden küfür hala çıkıp gitmemiştir, böyle işleri hiç bir insan yapamaz” dedik. Onlar: “Biz haber veriyoruz, sizi ikaz ediyoruz, onların tayin ettikleri vakit yarın sabahtır ama siz daha iyi bilirsiniz.” dediler. Sabah oldu. Korkunç bulutlar bizim üzerimizi kapladı. Herkes korktu. Müthiş dolu yağdı.
Kaşgarlı Mahmut ise şu deneyiminden bahsetmiştir:
“Özel bir taş olan Yat (Yada) ile rüzgar ve yağmur celbedilir. Bu iş Türkler arasında çok yaygın olup buna, Yagma boyu içerisinde bizzat tanık oldum. Orada bu işlem, bir yangını söndürmek için yapıldı. Tanrı'nın izni ile kar düştü ve yangın söndü. 

Yada taşının kökeni ile ilgili birçok görüş vardır.
Kimi ezoterik araştırmacı bu taşın Atlantis’ten geldiğine inanmaktadır. Bazıları ise “gökteki atalardan gelen taş” tasvirinden dolayı Yada taşının, uzaylılar tarafından Türk’lere aktarıldığını düşünmektedir.
Bunun dışında bazı İslami efsanelerde, Nuh peygamber üzerinde İsmi Azam’ın yazılı olduğu taşı oğluna verdiği ve oradan Türklere kadar ulaştığını söylemektedir. Bazı gelenekler ise bunu kurdun belli bölgesinden çıkarılan bir taş olduğuna inanmaktadır. 
Fuat Köprülü, Mahmut B. Mansur un eserine dayanarak, yağmur taşı için şu tasviri kullanmıştır:
Kolayca ufalanabilir, büyük bir kuş yumurtası kadar olup 3 türlüdür: Kırmızı beneklerle dolu beyaz toz renginde, beyaz temiz ve koyu kırmızı, yahut muhtelif renklerde. Şekli hakkında muhtelif fikirler vardır.
Bu yazılardan anladığımız kadarıyla taşın şekli nasıl olursa olsun ilginç bir şekilde Türklerle alakalıdır ve taşı herkesin kullanması mümkün değildir. Bu taşı kullanmak büyük yetenek ve sorumluluk gerektirir ve ancak Yadacı denilen kişiler tarafından kullanılabilmektedir. Ne kadar yağmur yağdırılacağı, havanın nasıl düzelteceği ve dengenin nasıl sağlanacağı tamamen Yadacının maharetine kalmıştır. 
Peki Yada taşı nasıl kullanılıyordu? Taşla ilgili birçok teori olduğu gibi kullanımıyla da ilgili birçok görüş söz konusudur. Kurban verilip, kurban kanının sürüldüğü söylendiği gibi bazı görüşlere göre Yadacı, iki adet Yada taşını bir kaba doldurur suya batırarak birbirine sürter, sonra kaptan avuçla aldığı suyu etrafa serper, bir yandan da dualar okuyup Tanrıya yalvarırdı. Bu böyle aralıksız yedi defa tekrarlanırdı. Bazen de taş havada asılı tutulur ve asılı kaldığı sürece yağmur yağardı. Hangi yöntemin kullanıldığı bir sırdır ama şurası kesin ki, yöntemlerin hepsi aslında enerjilerin dönüşümüyle alakalıdır.

Su dolu kaba taşı koymak (su elementi) benzer benzeri meydana getirir yasası gereği yağmuru çekmek, suyu içerisinde birbirine sürttürmek (şimşekler, ateş elementi) yine aynı yasayla yağmurun unsurlarını tamamlamak ve suyu etrafa serpmek ise bu enerjisel yaratımı serbest bırakmak anlamına gelmektedir. Böylece Yadacının aslında yağmuru betimleyip, bu enerjiyi evrene saldığını varsayabiliriz. Benzer olay benzer olayı meydana getirir yasasıyla da bu tasviri yapılan yağmur, meydana gelmektedir. Bu noktada acaba Yada taşının sırrı Yadacıda olabilir mi? Belki de bütün bu olayların enerji merkezi Yadacıdır ve Yada taşı sadece bir “katalizör” olabilir. 

Tedavi uygulayıcılar (görücüler)



Görücüler
Görücüler genellikle doğuştan bu yeteneğe sahip olmakla beraber, bir ocaklı olarak da bu yetiye sahip olmuş olabilirler.
Görücülere de genellikle halk dilinde “ana” denir ve bilgeliğine saygı duyulur.
İnsanların çevrelerindeki auraları görebildikleri gibi durugörü yetenekleri aşırı gelişmiştir ve sürekli olarak rüyalarında geleceğe dair önemli şeyleri görürler. Bunların yanı sıra “insanları okuyabilirler” yani insanlara bakarak onları detaylıca teşhis edip, sorunlarını açığa çıkartabilirler. 

Anadolu kültüründe doğuştan gelen görücüler genellikle fal yöntemlerini kullanmazlar.
Çünkü herhangi bir araca ihtiyaçları yoktur. Köyün bilge kadını konumundadırlar ve bir sorun olduğunda herkes öncelikle “ana”ya uğrar.
Genelde ana, hissettikleri ve gördükleriyle tavsiyeler verir ve işin çözülmesini sağlarlar. Kaynakları doğrudan ilhamdan gelmektedir. 
Analar gibi, bazı yörelerde kaderi okuyan dedelerden bahsedilir.
Bunlar büyük bir kitaptan insanların kaderlerini okuyabilen, kimin nerde olduğunu, neler sakladığını, hazinelerin nerelerde saklandığını bilen insanlardır.
Bazıları remil ve yıldızname gibi yöntemlerle görmektedirler.